İlk çeyrek sonunda
Darüşşafaka 17-16 öndeydi. Ancak ilk 10 dakika itibariyle Darüşşafaka'nın sezon
başına oranla daha düşük tempoyla oynadığını gördük. Sert ve yardımlaşmalı adam
adama savunma ile beraber süratli hücumlarla oymamasına alışık olduğumuz ve
kadro yapısı da bunu gerektiren Darüşşafaka’nın, sete set kalıp hücum temposunu
düşürdüğünde başarılı olamadığı bir gerçek. Darüşşafaka’nın bu tempoyla oynadığı
sürece maç kazanması da zor görünüyor. Akhisar Belediye ise elindeki kadroyu
verimli kullanmaya çalışsa da onların da özellikle hücumda düşük tempo ve sete
set oynamaya çalışması gözümüze çarptı. En önemli hücum silahları olan Tyrone
Nelson’a bu düzen içinde hareketli top aldırarak sayı bulmaya çalıştılar.
Aslında Akhisar
takımı da yavaş tempo oynayarak başarılı olabilecek bir kadro yapısına sahip
değil. Özellikle kısaları (Serdar Yavuz, Güven Esmer, Levent Demirci ve Mert
Eken) geçmişlerinde bu tip hücum düzeni yerine süratli oyunda daha başarılı
olmuş open court oyuncuları. Uzun rotasyonunda ise Evren Yenice hariç diğer üç
uzunu da (Tyrone Nelson, Darius Morrow, Emre Özpulat) aynı şekilde hızlı hücumu
seven oyuncular. Burada Darius Morrow’a kısa bir parantez açalım. Muhtemelen
Akhisar takımının dar bütçesi içinde düşünülmüş, çok da fazla maliyeti olmayan
bir oyuncu. Ancak siyah ırkın bir temsilcisi olarak, temas aldığında çembere yükselememesi,
yabancı bir uzun için büyük handikap.
Her iki takımın da
geçmiş maçlarını göz önüne alarak değerlendirdiğimizde, bu maçın genel
görüntüsü içinde Akhisar takımının yavaş tempoyu bu maça özel seçtiğini, maçı
kazanmak için Darüşşafaka’yı yavaşlatmak niyetinde olduğunu söylemek yanlış
olmayacaktır. Sonuçta her iki takımın da düşük tempoda basketbol oynamayı
tercih etmesi ilk devrenin basketbol adına son derece keyifsiz geçmesine sebep
oldu. Devre sonunda, düşük tempoda Darüşşafaka’ya nazaran daha fazla silahı
olan Akhisar Belediye takımının 42-28 üstünlüğü vardı.
Üçüncü çeyrekte de
tempo değişmedi, aynı durgun oyun her iki tarafta da devam ederken
Darüşşafaka’lı oyuncuların, Cihan Amasyalı önderliğinde hücumda biraz
hareketlenip, en azından durgun set hücumlarında penetreye fazlaca yönelmeleri
Akhisar uzunlarının faul problemine girmesine sebep oldu. Üçüncü çeyreğin
sonlarında Akhisar cephesinde Tyrone Nelson’ın 4 faulü olmasına rağmen kenara
alınmaması, periyod bitmeden beşinci faulünü yapmasına, dolayısıyla Akhisar’ın
maçın momentumu kaybetmesine sebep oldu. Koç Zafer Aktaş’ın bu maçta uzun
rotasyonunda düşündüğü üç isimden biri olan Tyrone Nelson beş faulle kenara
geldiğinde, diğer bir uzunu Darius Morrow ise dört fauldeydi. Dördüncü çeyrekte
Morrow’da beşleyince dört kısalı sistem ve uzun olarak da Emre Özpulat’ı oyunda
tutan Akhisar bu andan itibaren Darüşşafaka’nın savunma sertliğini de
yükseltmesiyle maçın momentumunu tamamen kaybetti. Akhisar’ın bu maçta Evren
Yenice’yi uzun rotasyonunda fazla düşünmemesi belki de çember altı üstünlüğünü
Darüşşafaka’ya bırakmasında en büyük sebep oldu.
Netice olarak maç
bu anda bitti ve 16 sayı geriden gelen Darüşşafaka yakaladığı ivmeyle maçı önce
uzatmaya götürdü sonrada kazanmasını bildi. Bu arada, maçın uzatmaya gitmeden
önceki son 7.7 saniyede önce Darüşşafaka’nın, ardından Akhisar’ın ve ardından yine
Darüşşafaka’nın toplamda üç top kaybı yapmaları ve son topta baş hakem İsmail
Keser’in Akhisar’lı Levent Demirci’ye adeta bu maç uzatmaya gitsin dercesine
havaya sıçradığında çaldığı hücum faul inanılmazdı.
Şimdi gelelim
zurnanın zırt dediği yere…..
Aşağıda
okuyacağınız cümleleri lütfen kimse şahsi olarak üzerine alınmasın çünkü lafım
sadece belli kişilere değil, aksine herkese. Salona geldiğimde arkadaşlarımızı,
dostlarımızı, kısaca basketbola gönül ve emek vermiş insanları gördük, çay içip
sohbet ettik. Tam bu sırada tüylerimi diken diken eden bir haber aldım.
Galatasaray - Beşiktaş tekerlekli sandalye basketbol müsabakasında iki takım
seyircisi arasında başlayan olaylar sahaya da sirayet edip maçın tatil
edilmesine sebep olmuştu. Üzerine sahada mücadele edecek sporcuların tekerlekli
sandalyelerinin parçalandığı haberi ise tuz biber oldu. Bir an yaşadığım
ülkedeki insanların spora bakışlarını, taraftar gruplarının ve onlara destek veren
yönet(emey)icilerin futboldan başlayarak Türk sporuna ne denli zarar
verdiklerini düşündüm.
Ardından maçı
seyrederken bir yandan da şeref tribününde oturan bazı kişilerin (isim yada unvanlarını
bilmediğimden bazı kişiler dedim, hemen alınganlık göstermeyin) özellikle
ikinci devre itibariyle Akhisar benchine yönelik, zaman zaman yukarıdan aşağıya
koşarak el kol hareketleri eşliğinde hararetli söylemleri (ne dediklerini
oturduğum yerden duyamadım ancak vücut dillerine bakarsak çok da iyi şeyler
söylediklerini sanmıyorum) Akhisar’ın da oyunda momentumu kaybetmesiyle
gerginliğe neden oldu. Bu sırada oturduğum yerden gördüğüm kadarıyla Akhisar
koçu Zafer Aktaş’ın durumdan şikayetçi olarak maçın baş hakemi İsmail Keser’e
serzenişte bulunması, konunun baş hakem tarafından masada bulunan federasyon
temsilcisine taşınmasına sebep oldu. Ancak federasyon temsilcisi, saha komiseri
ve gözlemciyle birlikte bu kişileri tespit edip salondan çıkartacağına, olaya
anlamadığım şekilde kayıtsız kaldı. Haliyle bu gerginlik ve şeref tribününden
yapılan bu hamleler maçın sonuna kadar artarak devam etti.
Maç sonunda ise
yaşananlara oldukça sinirlenen Akhisar koçu Zafer Aktaş ile Darüşşafaka koçu
Aziz Bekir arasında hararetli ancak tartışmaya dönüşmeyen diyalog, özel
hayatlarında çok iyi arkadaş olan oyuncuların soğukkanlılığı sayesinde takımlara
yansımadı. Neticede sahada kıran kırana mücadele yaşanmış, bir takım kazanırken
diğer bir takım ise kaybetmişti ve her iki takımın formasıyla ter döken oyuncular
ise aslında çok iyi arkadaştılar. Akhisar takımı soyunma odasına giderken, şeref
tribünündeki ağabeylerinden örnek alan genç taraftarlar olaya katıldı ve
Akhisar’ın koçuyla oyuncularına ağza alınmayacak hakaretler yağdırdılar.
Her ne kadar bu
davranışlarını genç yaştaki bu kardeşlerime yakıştıramasam da onlara örnek
olması gereken şeref tribünündeki insanlara içimden kocaman bir “BRAVO” demek
geçti. Belki biraz uzun oldu yazdıklarım ama başkan, yönetim kurulu üyesi ve
benzeri koltukları işgal eden ağabeylerime ve kardeşlerime bu vesileyle bir şeyler
söylemek isterim.
Atalarımız “İmam
gaz çıkarırsa cemaat büyük abdestini yapar” yada “Kılavuzu karga olanın burnu
pislikten kurtulmazmış” gibi çok özel ve önemli sözler söylemişler. Tribünlere
gelen ve taraftar olarak adlandırdığımız, çoğu 15-25 yaş aralığında, yani
delikanlı çağlarındaki bu insanlar, ülkemizin sosyo-ekonomik durumunu da
düşünürsek, sizlerin tek bir sözüyle kitlesel eylemler yapabilecek kıvama
geldiler. insanlar yolda gördükleri rakip forma giymiş kişilere saldırmaya
başladılar. Bu insanlar tribünlerden atlayıp bir sporcuya yada birbirlerine
zarar verdiklerinde, bunun tek sorumlusu sizler olacaksınız. Bu arkadaşlarımıza
doğru örnek olmak, onlara yol göstermek kulüp yöneticisi olarak sizlerin ve
sporun içinde olan bizlerin öncelikli görevi olmalı.
41 yaşındayım ve 7
yaşımdan bu yana sporun içindeyim. Hem sporcu olarak, hem antrenör olarak, hem
de taraftar olarak spor sahalarında bulundum. Doğup büyüdüğüm şehir olan
İstanbul’da, Türk sporunun üç büyüklerini (alfabetik sırayla Beşiktaş,
Fenerbahçe ve Galatasaray’ın) sürekli izleme fırsatı buldum. Bu kulüplerin
popülariteleri ve ekonomik güçleri sebebiyle rekabetin en üst düzeyde
yaşandığına ve zaman zaman yöneticilerin “Kazanmak için her yol mübahtır”
düşüncesiyle yaptıkları yanlışlara yakından tanık oldum. Burada çok kıymetli
Özhan Canaydın ağabeyimi rahmetle anmak isterim. Hatırlayın, çok uzun zaman
önce değil, sadece 6 sene önce Kadıköy’de oynanan Fenerbahçe maçında,
Galatasaray başkanı olarak kendi takımı farklı mağlup olduğunda şeref
tribününde ayağa kalkarak rakibini alkışladığı için yerden yere vuruldu. Ama
yine de tavrından ve tarzından taviz vermedi, hayatının her döneminde
sportmenliği ve centilmenliği, şampiyonlukların ve kupaların önünde gördü.
Sonunda Galatasaray’ın en sıkıntılı dönemlerinde aldığı görev onu hasta ederek yatağa
düşürdü ama onurundan ve şerefinden taviz vermeden bu hayattan göçüp gittiğinde
benim gönlümde unutulmaz başkan olarak yerini aldı. Her kulübün onun gibi
yöneticilere ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Yöneticisi olduğu kulübün taraftarı
olan gencecik insanlara, sportmenlik ve centilmen duruşun, sporda her şeyin
üstünde olduğu yönünde örnek davranış sergileyen insanlara.
Bunca yıllık
yaşanmışlığım bana tek bir şey öğretti. Genç sporculara ve okullara giden
öğrencilere öğretilmeyen en önemli konu aslında bizim hiç yapmadığımız,
yapamadığımız yada yapmak istemediğimiz, ÖFKE KONTROLÜ. Bu konuda milletçe
hızlandırılmış bir eğitimden geçmemiz gerektiğine inanıyorum.
Ve son söz basın
mensuplarına ve televizyonda spor, özür dilerim “futbol” programı yapanlara.
Sizler fanatizmi körükleyecek şekilde olayları ajite etmeye devam ettiğiniz
sürece bu gencecik insanları birbirine kırdırmaya devam edeceksiniz.
Gazetenizde yada televizyonunuzda eski sporcusu yada taraftarı olduğunuz
kulübün hayrına bir iş yaptığınızı düşünüyorsanız büyük yanlış içindesiniz.
Rating uğruna ise bu yaptıklarınız, daha büyük yanlış yapıyorsunuz. İnsanları
sporun güzelliklerinden uzaklaştırıp fanatizme itiyorsunuz. Spora sponsor
olacak firmaları spordan soğutuyorsunuz ve bu sebeple pastayı küçültüyorsunuz.
Artık bu gerçeği görün. Tribün terörü dediğiniz kavramı yaratan ve hala da
rating uğruna olayları tekrar tekrar yayınlayıp saatlerce konuşarak ajite eden
ve bunları kullanarak spor camialarından, nemalanıp iş hayatında yükselmek
isteyen yönet(emey)icilere yol veren sizlersiniz. Yapmayın, etmeyin. Böyle
devam ederseniz 10-15 seneye kalmaz sporu seyredecek kimseyi bulamayacaksınız.
Demedi demeyin diye tarihe not düşmüş olayım.
Umuyorum bundan
sonraki haftalarda daha keyifli maçlar seyrederiz diyerek herkese saygılarımızı
ve selamlarımızı iletelim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder