Bu Blogda Ara

2 Aralık 2010 Perşembe

Ankara - Bora AKBULUT'tan Ankara basketbolu özelinde, Türk basketbolunda gelinen son nokta hakkında

Herkese merhaba, öncelikle Tuncer’i üzerimizdeki ölü toprağını kaldırdığı için kutluyorum.
22-23 senedir camianın içindeyim işlerin bu kadar kötü olduğuna ben de tanık olmamıştım. Özellikle son 10 yılda Ankara basketbolunda yaşadığımız düşüşün en büyük nedeni oyuncuların velileridir. Çünkü veli soyunma odasında, veli yönetim kurulu odasında, veli sahada, il temsilcisinin odasında, veli her yerde…ve her şeyin en iyisini biliyor(!) Ama nerede durması gerektiğini bilmiyor. Kulüpleri yönetiyorlar artık. Antrenörün işine karışıyorlar.
Spor okullarının son on yılda resmi müsabakalara iştirak etmesi sonucunda parasının alım gücü sınırını bilemeyen bir veli profili oluştu. Bunda biz idarecilerin, antrenörlerin de payı çok fazla tabii ki. Veli, “para veriyorum her konuda söz hakkım var “ diye düşünmeye başladı. Biz de buna prim verdik. Son yıllarda Ankara’ya başka başka şehirlerden göç eden nüfus malum ve bana göre bu nüfus Ankara’nın dengesini bozup, kalitesini düşürürken bizim camiamızı da etkiledi. Eğitim düzeyi düşük; eğitimli olsa bile görgü düzeyi düşük insanlarla doldu şehrimiz. Büyük şehirde çocuğunu ne yapacağını bilemeyen bu veliler de çocuğunu spora kanalize etmeye çalıştı. Bunun ilk adımı da elbette spor okulları oldu. Bu gelen çocukların velileri ile birlikte giderek futbol kültürüne yakın bir sporcu-veli grubu ile karşılaştık. Spor okulu açılmasına elbette karşı değilim ben de yaptım zamanında bu işi. Hatta kesinlikle açılmasından yanayım. İşi düzgün yaparsak takımda oynayabilecek kapasitedeki oyuncunun saha içi ve saha dışı basketbol kültürünü alması gereken yer orası çünkü. Oynayamayacak olanların da ileride iyi basketbol kültürüne sahip birer basketbolsever olmasını burada sağlayabiliriz. Ancak bazı kuralları hiçe sayarak veli-para odaklı iş yaptığımızda sonuç ortada. Siz doğruları yapmaya çalıştığınızda da kulüp idarecileri bu sefer velilere prim vererek doğruları, etik kuralları gözardı ederler.

Ailesinden, çevresine saygının “s”sinden nasiplendirilmemiş, insan sevgisi nedir bilmeyen, kazanmak için her yolun mubah olduğu öğretilmiş, bir sonraki maçta kendi çocuğunun oynaması için idmanda takım arkadaşını sakatlaması için yönlendirilen, bunu yapmaktan çekinmeyen çocuklara takım olmayı, takım olmanın önemini gösterip; o yaştan sonra insan sevgisini ve insanlara saygıyı aşılayarak bir de basketbol sevgisi verip, oynamasını sağlayacağız. Bu arada bir de velinin evde yaptığı yanlış yönlendirmelerden etkilenen çocuğa doğruyu göstermeye çalışacağız. Sizce imkanı var mı? Ailesinden bir şey görmeden gelen, gördükleri de genel de yanlış olan o yaştaki çocuğa siz ne yaparsanız yapın, evdeki yanlış yönlendirmelerle çıktığınız katlar birer birer yıkılacaktır. İşin ilginç tarafı bu veliler olaya çocuğum sosyal faaliyette bulunuyor diye bakıyor. Antrenörler de çocuğunun hoşça vakit geçirmesini sağlayan kişiler. Sosyal faaliyet olarak görülecek tabii ancak yaptığımız bir iş. Biz de işini düzgün yapmaya çalışan antrenörleriz. İstanbul ile en büyük farkımız da burada ortaya çıkıyor.

Veli çocuğunun her şeyini kontrol altında tutmak istiyor. Geçen senelerde, uzunca bir bayram tatilinin öncesinde çocuklara, tatilin sonunda başlayacak sınavlarına çalışmak için idman haricindeki vakitlerini planlayıp, vakitlerinin çoğunu bilgisayar başında geçirmemelerini hatırlattığımda oyunculardan biri, annesinin nasıl olsa bu saatleri ayarlayacağını kendisinin bir şey yapmasına gerek olmadığını söylemişti. Bu çocuk 14 yaşına gelmişti. Kendi kendine plan-program yapması için yönlendirilmiyordu, hatta buna izin verilmiyordu. Başka bir takımın oyuncusunun ‘ilk defa’ evinden Atatürk Spor Sarayı’na yalnız başına gelmesine tanık oldum. Ne var ki bunda diyebilirsiniz ancak bu oyuncu yıldız takımın son yılını oynuyordu. Üstelik 16 yaşındaki bu genç Kızılay’da kaybolup salonu bulamayarak maçına da geç kalmıştı ve uzun bir telefon trafiği sonucunda salona ulaşabilmişti. Bu arada sabahtan çantasını babasına vermiş. Bunlar hep Ankara’nın eli yüzü düzgün kulüplerinin eli yüzü düzgün oyuncuları tarafından yaşandı. Çocuklar hiçbir şeyi kendileri yapamıyorlar artık. İdmana, maça, okula, dersaneye veli getirip götürüyor. En ufak bir şey için veli arıyor antrenörü. Genç takım yaşına gelmiş oyuncunun bile çantasını veli taşıyor. Eskiden veliler bu kadar işin içinde değildi. Maçlara belki bir, bilemediniz iki veli gelirdi. Onlar da çok fazla karışmazlardı. Sonraki senelerde bir miktar artış olmuştu gelen veli sayısında. Son senelerde maaile gelinmeye başlandı maçlara, hatta idmanlara bile. Gelsinler tabii aslında güzel olan da bu elbette. Ama gelip antrenörü sürekli yermeseler, hakemlere ve rakip takımın oyuncusuna, velisine sataşmasalar gayet güzel tabii. Özdemir Ağabey zamanında protokol tribününde, protokol harici Allah’ın bir kulunu göremezdiniz. Şimdi ise veli orada oturmayı da hak etmiş durumda. Hatta “yumuşak koltuklar” için yapılan kavgalara bile tanık oldum. Tribünden sürekli çocuğu yönlendirmeye çalışmalar ki çoğunlukla antrenörün ak dediğine kara diyorlar. “Ben sahada olsam daha iyi antrenörlük yaparım” diyen veliye bile rastladım. Çocuğu takımdan yetersiz olduğu için gönderilen oyuncunun velisinin, yolda yürüyen antrenörün üzerine araba sürüp canına kastettiğine tanık oldum. Sahaya inip hakeme saldıran velileri biliyoruz. Veli çocuğu ile birlikte antrenörü,takımı, kulübü, hakemi her şeyi idare etmeye çalışıyor. Binbir emek, özveri ile yetiştirmeye çalıştığımız oyuncular için hep kötü örnek oluyorlar. Kazanmak onlar için en önemli şey. Bir takımın parçası olmak onlara yetmiyor. Sürekli kendi çocuklarıyla, diğer çocukları karşılaştırma içindeler. Aldığı süreden, attığı sayıya, ders notlarına kadar her şeyi kıyaslıyorlar. Kendi doğruları ile örtüşmeyen en ufak bir durumda harekete geçip olayların kendi bildikleri gibi olmasına çalışıyorlar. Pek çok kulüp, pek çok organizasyon da buna seyirci kalıyor hatta destekliyor.

Antrenör-kulüp-oyuncu-veli dörtgeninin bir köşesinde yaptığımız şey -bir iş, bir meslek olarak görülmese bile- gerçekten zor. Oyuncular olmadan kulüplere gerek yok, bize de ekmek yok. Bu bir gerçek ve belki veli de bunu bildiği için şansını zorluyor ancak unutulmamalıdır ki öyle ya da böyle basketbol oynamak isteyen birileri bulunur. O zaman belli kuralları koyup, uygulamak gerekiyor. Kurallara uymayanları tutmamakta fayda var. Bunu kulüp yöneticilerinin de desteklemesi gerekir. Kalanlardan elit sporcu çıkar mı? Olmaz değil… Sonuçta şu noktada da çıkartamıyoruz. Belli prensipleri uygulayarak yaratma şansımız var. Sepetteki tüm elmaların çürümemesi için birkaç elmayı feda edebilmeliyiz. Çürümüş elmanın düzelmesine ihtimal vermiyorum. Bunu yapabilmek için de antrenörlerin biraz daha cesarete ve eğitime ihtiyacı var. Antrenör eğitimi dendiğinde sadece saha içinde yapılan işler akla geliyor. Seminerlerde çok nadiren işin diğer taraflarına giriliyor. Her antrenör bir şekilde fundamental verebilir, setler oynatabilir. Bunlar kitaplarda, internette var. Oysa ki bugün bulunduğumuz noktanın en büyük nedeni antrenörlerimizin saha dışı işlerdeki yetersizliği ve eğitimsizliğidir. Ve velilere dur diyemedikleri için, buna çanak tutan kulüp yönetimlerinin basiretsizliğidir.. İyi takımlar iyi oyuncuları çıkarır. Birilerinin velilere çocuğunun tek başına bir şey ifade etmediğini takımla beraber varolduğunu anlatabilmesi gerekir. Eskiden Ankara olarak niye başarılıydık? TAKIM olmayı başarabilmiş iyi oyuncularımız vardı. Her takımın da diğerine saygısı vardı. Kavgalı takımların bile. Ayrıca her oyuncu birbirini tanır, konuşurdu. Şimdi takım sayısındaki fazlalıkla da birlikte bu da görülmüyor. Bence Ankara’da artık TAKIM olmayı başarabilmiş takımlar bulunmuyor. 18 sene önceki Türkiye Küçük Şampiyonası derecelerine bir bakın. 1- Kolejliler 2- Mülkiye 4-Ormanspor. İlk dördün 3’ü Ankara takımı. O şampiyonadan Alper Yılmaz, Gökhan Üçoklar, Özgür Adıgüzel ve ligde oynayıp bırakan bir sürü oyuncu çıktı. Bu senekine bakalım ilk dörtteki üç takım İstanbul’dan.. Arada bir sene Kolej-PTT final oynamış yıldızlarda. Ordan da Serkan Erdoğan, Kaan Memişoğlu, Turgay Zeytingöz gibi oyuncuları çıkarabilmişiz. Son 10 senelik dönemde ise belli senelerde birer takımımız derece yapmış. Şampiyonluk yok orda da. Genç takım seviyesine zaten çıkmıyor bu dereceler. 8 senede bir gelen üçüncülüklerle yetiniyoruz gençlerde. Çıkan oyuncu da hep birer birer zaten. O da her takımdan değil tüm Ankara’dan. Oyuncularımızı oraları oynatamadan üst düzey oyuncu yapma olasılığımız yok.

Ortaya koyduklarım pek çok takımda gördüğüm şeyler. Azalmakla birlikte düzgün insanlar da yok değil. Gelip sadece izleyen, her ne olursa olsun destek olan… Yanlış yapan diğer velileri yadırgayan, ayıplayan, bir şeyleri düzeltmek için çabalayan… Sonuçta siz güvenip çocuğunuzu bir antrenöre teslim ediyorsunuz. Bundan sonrası kulübün ve antrenörün işi. Velinin bunu anlaması lazım. Velinin görevi çocuğunun hayatını elinden geldiğince kolaylaştırmaya çalışmak olmalı. Onun hayatını da yaşamak değil.

Veli problemini çözmeden diğer konuların çözülmesinin zor olduğuna inanıyorum. Bu sorunu çözüp, bu sayede antrenörün ve hakemin işini yapmasını sağlayabilirsek, kulüplerin, spor okullarının düzgün işlemesini sağlarsak, o zaman antrenörün, hakemin, oyuncunun, idarecinin niteliklerini, oyuncunun yaptığı maç sayısını vs. sorgulayabiliriz. Başka illerden turnuva için Ankara’ya gelen takımların velileriyle sohbet sırasında Ankaralı antrenörlere “Hocam işiniz çok zor bu velilerle, Allah sabır versin” dediklerini ve bunu altı üstü bir hazırlık turnuvası esnasında gördüklerinin sonucunda söylediklerini düşünürsek durumun ne kadar vahim olduğu daha çok ortaya çıkacaktır.

Zaman değişti ben demiyorum ki her şey eskisi gibi olsun. Büyüklerimiz de eskiye özlem duyup anlatırlardı hep. Ama bazı şeyler gitgide kötüleşiyor. İyiyi bozmak çok kolay, kötüyü iyileştirmek ise çok zaman ve çaba gerektiren bir şey. Eğer biz bugün bazı şeyleri düzeltemezsek, bugün minik takım yaşındaki çocuklar 20 sene sonra bizim zamanımızda şöyle iyiydi böyle iyiydi diye anlatırlarsa -ki bunu düşünmek bile çok kötü- işte o zaman vay halimize...

Sabrınız ve zaman ayırıp okuyabildiğiniz için teşekkür ederim. İyi çalışmalar.
Bora AKBULUT

1 yorum:

Ilhan Bagoren dedi ki...

Anlattıklarınıza katılmamak mumkun değil. Bu sorunların hangisinin Ankara'ya özel olduğunu düşündüğünüzü bilemiyorum, ama İstanbulda da durum farklı değil. Hele şehrin büyüklüğünü hesaba katarsanız, özellikle çocukların kozalarından çıkartılamamları büyük problem.

Benim etkili olduğunu düşündüğüm bazı önlemler:
- Velileri antremenlara almamak (okulda olmaz, ama altyapıda oluyor)
- Velilerle senede en az iki kere toplantı yapıp, problemleri ortaya koyup, başka yıllar ve veli gruplarında örneklerle (onlar yapmıyormuş gibi) velilerin potansiyel zarar ve faydalarını anlatmak.

Bir de işin pozitif tarafından bakmak lazım: kendisi spor bile yapmamış birçok veli, çocuğuna basketbol oynatmak istiyor. Uzun yıllar basketbolcu bulamamaktan şikayet ederdik, problem değişti. Eski oyuncu ve velileri bulamayacağımız ortada, yenilerine göre sistemler geliştirmeliyiz.